EDİRNE'NİN İLÇELERİ

KEŞAN YENİÇAĞ'DA KEŞAN Fatih Sultan Mehmet zamanında Keşan, Hersekzade Ahmet Paşa'nın hassı idi. Hersekzade Ahmet Paşa, Hersek hükümdarı DUKA KOSOVİÇ'in oğlundan en küçüğü olan ?

GÜNDEM 13.10.2015 18:11:00 0
 EDİRNE

Fatih Sultan Mehmet'e rehine olarak (barış garantisi olarak) verilmiş ve sarayın Enderun adlı okulunda öğrenim görmüştür. İç karışıklıklarından sonra Hersek de alınınca kendiliğinden müslüman olup "AHMET" adını almıştır. Babası, karışıklıklardan önce ölmüş ve ülkesinde taht kavgası çıkmış bulunuyordu. Müslüman-Türk eğitimi aldığından tamamen Türkçeleşmişti. Fatih zamanında devlet hizmetine girip II. Beyazıt ve Yavuz Selim zamanlarında tekrar tekrar sadrazamlık ve amirallik etti.

Anadolu beylerbeyi iken, II. Beyazıt'ın tahta çıkmasını sağladı, Sultan Cem kuvvetlerinin yenilenmesinde rol oynadı. Keşan'ın bazı sokaklarında adları verilmiş olan ALİŞAH, HEKİMBAŞI, ABDÜLHAK MOLLA, ÇOKOĞLU adlı şahsiyetler onun yardımcısı olan kişilerdi. İlçe merkezindeki kubbesi kurşunlu ve tek minareli camii Hersekzade Ahmet Paşa yaptırdı. Yıkılmış medrese ve bedesten ile cami yanındaki hamamın da onun tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Bu eserler yapılmazdan önce Keşan kasabası, daha aşağılarda, Keşan ovasının bazen su baskınına uğrayabilen bir kenarındaydı. Halk, yavaş yavaş, cami, bedesten, medrese ve köşk yakınlarına evler yaptı. Böylelikle ilçe merkezi, su baskınına uğramayan eteklere taşınmış oldu.

EVLİYA ÇELİBİYE GÖRE KEŞAN KALESİ BÜYÜK İSKENDER ZAMANINDAN KALMA

Keşan'a 17. yy sonlarında gelmiş ünlü gezginimiz Evliya Çelebi, Hersekzade Ahmet Paşa caminin aydınlık ve güzel bir yapı olduğunu bildirilir. Keşan kalesinin dörtgen şeklinde ama yıkık olduğunu yazar. Kaletepe'deki bu kalenin gizli giriş çıkış tünellerinden birinin ağzı, Ortacamii mahallesi, Hacıyeşil sokağındaki 3 numaralı küçük yapının arka duvarı yanında olduğu bildirilmiştir.

Geniş olan tünelin ağzının büyük bir taşla kapalı olduğu, tünelde fazla ilerlemenin mümkün olmadığı söylenir. Bu kale ve tüneli, Jüstinyen zamanında tamiri yapılan eski Roma eserlerinden olabilir. Jüstinyen zamanında Bizanslılar tarafından yeniden yapılmış kalelerden olması ihtimali azdır. Çünkü Evliya Çelebi Keşan kalesinin çok eski, belki Büyük İskender zamanından kalma olduğunu yazmaktadır.

Keşan şehrinin en önemli mimarlık eseri olan Hersekzade Ahmet Paşa camiinin avlusunda, Paşa'nın 935 (1528) yılında ölmüş bir kızının kabri vardır. Şehrin diğer camileri yeniden yapılırcasına esastan tamir görmüşler der ve tarihi olma nitelikleri kaybolmuştur, ispat (Espat: torunlar) camii, Balkan Savaşından beri harabe durumdayken iş adamlarından merhum Bekir Vardalı tarafından yeni baştan yaptırılmıştır. Mescit denebilecek küçük bir camidir. Hacı Mehmet Ağa'nın yaptırdığı Yeni cami (Cami-i cedit) de Cumhuriyet devrinde birkaç kere büyük tamir görmüştür. Sonuncu onarımını merhum işadamı İbrahim Gümülcüneli yaptırmıştır. Bu da tarihi eser sayılmayacak kadar yeni görünüşlüdür. Behram Paşa'nın ya da Bayram Bey'in yaptırdığı Orta Cami (Cami-i esvat), kırmızı cami adıyla da anılırdı. Baklan savaşında Bulgarlar tarafından yıkılıp ortadan kalkmıştır. Atatürk'ün İlkokulunun yeni yapılacak binası için ayrılmış arsa üzerinde bulunuyordu.
Bu arsanın az batısında yer alan bakımsız eski hamam, yapıldığı devir, yapan ve yaptıran bilinmeyen eski mimarlık eserlerimizdendir. Hersekzade Ahmet Paşa camii avlusuna bitişik hamamın cami ile çağdaş ve onun vakfı olduğu söylenir. II. Mahmut zamanının ünlü devlet adamı ve şairlerinden ünlü Keçecizade İzzet Molla'nın sürgün olarak kaldığı Hacı Borozan Hanı, Hamit Demir'in kahvehanesinin ve onun arkasındaki arsanın üzerindeydi. Bu yapıdan da eser kalmamıştır. Yunan işgali dönemi sonunda seçkin Keşanlıların tutuklanıp içinde bekletildikleri Ali Ağa hanı, Edime oteli olarak kullanılmaktadır.
Eski Keşan - İbrice yolu üzerinde ve Mercan köyü yakınındaki üç adet taş köprü de Osmanlı devri mimarlık eserlerindendir. Boyacı ve Çingene köprüleri birer Koca köprü birkaç gözlüdür. Keşan ovasında Türkmen köyüne giden bir yolda, tarihi Bayram bey köprüsü bulunur. Bu tarihi eserler ve kalıntılar yabancı turist çekmek bakımından etkili değillerdir. Bakımlı hale getirilirse yerli turizm bakımından önem kazanmaları belki mümkün olabilir.

KEŞAN FOLKLORÜ VE HALK TÜRKÜLERİYLE DE ÜNLÜDÜR
Keşan folklorunun halk türküleriyle ilgili yönü, 1950 yılında gelmiş ünlü folklorcu Muzaffer Sarısözen tarafından incelenmiştir. Radyolarımızda zaman zaman okunan "Tut fidanı boyunca / Dut yemedim doyunca", "Bahçelerde börülce / Oynar gelin görümce" mısralarıyla başlayan türküler, merhum müezzin Emrullah Gürses'ten derlenmiştir. Bazı mahalli türkülerde zevk inceliği yok, zevksizlik vardır. Bunların güftelerinin milli zevklerimize ve eğitimimize uygun hale getirilmesi gerekir.
Halk oyunlarımızdan "Kazibe"nin ilçemiz Mahmutköy'ünden "kabadayı" adıyla anılan oyunun Kadıköy'ünden derlendiği söylenir. "Keşan karşılaması" adlı bir halk oyunumuz da vardır. İlçemiz folklorunun diğer yönleri henüz etnografya ve folklor bilgileri yöntemlerine uyularak incelenmemiştir. İlçemiz manilerinden "Keşan" ismini de içeren bir tanesini örnek olarak alabiliriz:

Şu Keşan'ın yolları
Karanfile kokuyor
Benim sevdiğim oğlan
Fakültede okuyor

KEŞAN'DA YAKINÇAĞ 

II. Mahmut Zamanı

Sadrazam Büyük Fuat Paşa'nın babası KEÇECİZADE İZZET MOLLA, İstanbul'da Galata kadısı ve ünlü şairlerdendi. Devletin dış siyasetiyle ilgili eleştirilerde bulunduğundan, padişah II. Mahmut'un emriyle Keşan'a sürgün edildi. Hacı Borazan hanında oturduğu bir yıllık sürgün hayatı sırasında "MİHNET KEŞAN" (Sıkıntı Çekenler) adlı manzum eserini yazdı. O zamanki Keşanlılar onun bir saz şairi olduğunu sanmışlar ve "Sizin kültür göğünde bir ay gibi olduğunu duyduk. Gönlümüz nağmelerini dinlemek ister!" deyip saz çalarak şiir okumasını istemişlerdi. O ise, "Sesimiz biraz çirkin çıktığından sazımızı İstanbul'da kırdılar!" cevabını vermişti. Sürülüşünden bir yıl sonra affedildi eski görevine atandı. Gene eleştirilerde bulunduğu için bu kere Sivas'a sürüldü ve orada öldü.

İki divanı bulunan İzzet Molla'nın bir de tasavvufi şiiri vardır. Dış siyasette uzak görüşlü olduğunu olaylar doğrulamıştı: İzzet Molla, 1828 - 1829 Osmanlı - Rus savaşına girmenin hata olduğunu ve savaşın bizden yana değil bize karşı sonuçlanacağını ileri sürmekteydi. Divan edebiyatı ile Tanzimat edebiyatı arasında köprü niteliğinde olan eserler vermiştir.
Padişah II. Mahmut, 1828 - 1829 savaşından sonra, Doğu Trakya halkının moralini yükseltmek için. İstanbul - Gelibolu - Keşan - Uzunköprü - Edirne seyahatine çıkıp tekrar İstanbul'a döndü. Keşan -Uzunköprü yolunu beğenmeyip onarılmasını emretti.
Bahsi geçen Türk - Rus savaşından sonra bütün Trakya gibi ilçemiz de birinci Rus işgaline uğramıştı. II. Mahmut'un Yeniçeri Ocağını kaldırışını fırsat bilen Ruslar, o yeni bir ordu kurmayı tam başarmazdan evvel, bahaneler uydurarak arayı açıp saldırdılar. İlçemiz halkı, Ruslar ulaşmazdan, önce, yerini yurdunu bırakıp İstanbul ve Anadolu'ya göç etmişti. Ruslar, hemen hemen tamamen boşalmış köy ve kasabaları yakıp yıkarak ilerlediler. İşgalin başlayışından bir ay sonra Edirne antlaşması imzalandı ve üç aya yakın bir süre sonunda Ruslar memleketlerine döndüler: Askerlerinin çoğu hastalanan Rus Generali GRAF DİBİÇ, Edirne'ye yaklaşan İŞKODRALI MUSTAFA PAŞA ordusundan korkup hasta askerlerini yüzüstü bırakarak uzaklaşmıştı. Edirneliler bu hasta Rus askerlerini memleket hastanesine yatırıp tedavi ettirdiler. Ruslar, Edirne halkının bu insani davranışından tarih kitaplarında övgü ile bahsetmişlerdir.
Bu işgalden sonra yurtlarına dönen Doğu Trakyalılar arasında, sefalet yüzünden, veba hastalığı çıktı. 1832 yılında çıkan ve büyük nüfus kaybına yol açan bu salgına halk, "Büyük Kıran" adını vermişti.

Hazırlayan/Seyit SÜREN